İbn Arabiye Göre Yaratılışın Düzeni
Başlangıçta Arabi “Allah Âmâdaydı der. Varlıkta ortaya çıkmadan önce âmâdaydı der. Buradaki “âmâ” kelimesi “Metafizik bir bulut” gibi tarif edilir. Zaten bulut nefes kavramları tasavvufta varoluşu tarif etmeye dönük çok kullanılan sembolleri arasındadır.
Ervah-ı Müheyyeme;
Yani bunlar ruhlar, ilahi huzurda dolaşan ruhlar. Onların suretlerini ilk olarak Âmâ içerisinde kabul etmiş diyor Arabi. Bunlar kendilerini müstakil varlıklarını, kendilerinin farkında olmayan ruhlar, yani henüz o ilim onlara lütfedilmemiş. Farkında değiller. Kendilerini hala o kaynaktan ayrı bir şey olarak tanımlayabilecek formda değiller.
Fakat Allah bunlardan birini seçerek ona tecelli ilmini lütfetmiş.
İşte alemi yaratan ilk adım olan bu ruha aklı külli, Ruhu azam yada Aklı evvel gibi tanımlar kullanılıyor. Ruh-ı Azam ya da Aklı Evvel bu tecelli ile kendisine lütfedilen bu ilim ile kendisinin kendisinden müteşekkil (biçimlenmiş, oluşmuş) olduğunu akledebiliyor.
Ve hemen ardından kendisinin varoluşsal bir gölgesinin, bir nefsinin bulunduğunu fark ediyor. Buda Nefsi külli diye bildiğimiz bir kavram. Ona aynı zamanda Levh-i Mahfuz’da deniliyor. Aklı Külli kendisine Allah tarafından lütfedilen tüm bilgiyi Levh-i Mahfuza yazıyor.
Arabi Aklı Külliyi “kalem”,
Levh-i mahfuzada “Kitap” sembolü ile tanımlar. Ve derki;
“Kıyamet gününe kadar olacak olan her şey kalem tarafından kitaba yani levh-i mahfuza yazılmıştır. Tüm varlıkların hariç alemde görünür olmadan önce tüm görünümleri, özler, hakikatler, mümkünlerin özleri, levhi mahfuz kitabına nakşedilmişlerdir.”
Biz görünen varlıklar ise “alem kitabına yazılmış” kelimeleriz. Bu yüzden Arabi varlıkları tanımlarken “kelime” tanımını kullanır. Her kelime kendi ayanı sabitesini (suretini) kendi içinde saklar. Ve onun bir yansıması, vücut bulmuş hali olarak madde aleminde görünür olur.
Hakikat-i Muhammediye aslında ayan-ı sabite içerisinde bulunuyor. Ancak özü, mertebesi itibariyle farklı. Gayb-ı Mutlakta Allahtan başka hiçbir şey yok iken 2.mertebede ilk defa hakikati Muhammedîye var oluyor.
Bütün varlıklar bu hakikatten ve onun için halk edilmiştir. Yani alemin var olma sebebi, maddesi, gayesi bu hakikattir. Buda yaratımdaki ilk fikirde diyebiliyoruz.
Alemin varlık sebebi Allah’ın bilinme muradı. İnsanın varlık sebebiyse Allah’ın tek bir şeyde görülme muradı. İnsan yaratım mertebelerinde son aşama, hatta insanı kamil son aşama. Ancak başlangıçtaki ilk fikir. Yaratımın hem amacı hem hedefi. İnsanı kamilde Muhammedî bilincin cisim aleminde ortaya çıkması.
Kâmil insan tüm alemleri birleştiren ve buluşturandır, bu yüzden ona Kevni Camide deniliyor. Arabi der ki “insan alemin mührüdür. O mühür ortadan kalktığı zaman alem dağılır, hiçbir şey ortada kalmaz.”
Dolayısıyla bugün kuantum fiziğinde gözlemcinin varlığı her şeyi değiştiriyor, bu sebeple Arabi’de “insanı kâmil alemlerin mührüdür, alemleri cem edendir, tek bir varlıkta buluşturandır, aslında onları görünür, izlenebilir kılandır” kavramına denk gelir gibi düşünebiliriz. Hakikati Muhammedîye Gayba yakın olan Ceberut alemidir.
Ruhlar Mertebesi-Melekut Alemi bizlerin bulunduğu Şehadet alemine daha yakın olan mertebedir. Burada külliyen ortaya çıkan varlık daha kesifleşerek kişiselleşmeye başlamıştır. Buraya hayal alemide denir.
Bir sonraki mertebeye göre Ruhlar burada son derece soyut ve latifler. Ruhlar burada artık Allah’ın isimlerine ve sıfatlarına mazhar olmuşlardır.
Hatta Arabi bir anlatımında; İlahi isim ve sıfatlarını Allah artık ruhlara öğretmiştir şeklinde geçiyor. Yani Allah onlara hayat vermiş ve tüm adlarını öğretmiştir.
Meleklerde bu mertebenin sakinleri arasında. Arabi MELEKLERİN ruhun kudret sıfatının mazharı ve temsilcisi olduklarından bahseder. Yani Melekler erkleri, gücü, yetenekleri temsil ederler. Bu yolla ilahi isimlerin ortaya çıkmalarına vesile olurlar. Melekler alemin görevlileridirler. Suretler hakikat yönünden tektir ancak görünüm yönünden çoktur.
Misal alemi Hak ile halk arasında bir geçiş bölgesidir, bir ara alemdir. Gaybı yani bilinmeyen alanı, görünebilir, izlenebilir olandan ayıran bir berzahtır ancak aynı zamanda onları birleştiren bir ara bölgedir.
Burada maddi özelliklerden yoksun olan, herhangi bir surete sahip olmayan ruhlar alemindeki varlıklar, misal aleminde bir surete bürünüyorlar, rüyada gördüğümüz suretler gibi somutluk kazanıyorlar, insan tarafından izlenebilir hale geliyorlar. Keza düşüncelerimiz, ilhamlarımız, hayallerimizde aynı şekilde.
Ve tam tersi bir geçişte söz konusu maddi bir surete sahip olmayan varlıklarda bu alemde ruhanileşiyorlar. Düşüncelerimizinde ilk burada belirgin olmaya, maddeye inmeden önce burada yaratımda olduklarından da bahseder.
Şehadet aleminde yani cismani alemde görünür olacak olan her bir varlık önce bu mertebede suret buluyor ve o suretine göre cisim aleminde görünür oluyor.
Bu ilişkiyi ilahiyatçılar şöyle anlatıyorlar.
Ruhani alem mana alemidir, misal alemi bu mananın döküldüğü kap olan kelimedir. Maddi alem ise bu kelimenin uygulama sahasıdır.
5. alem şehadet alemi;
Varlık artık buraya geldiğinde iyice yoğunlaşıyor, kesifleşiyor, eşya ve cisimler şeklinde ortaya çıkıyor. Burası bildiğimiz madde alemi. Burada kâinat düzeninde her bir mevcut olan varlık, düzenin devamı için kendine verilen vazifeyi yapar. Bu vazifeyi tayin edende kendi hakikati, kendi potansiyeli, kendi kelimesine tanımlanmış olan ayn-ı sabite.
Son mertebe insanı kâmil mertebesi. Burada başlangıçtaki ilk fikir artık hedefi ile buluşuyor ve tamamlanıyor.
Kâmil insan önceki 4 mertebeyi kendisinde toplar, onları cemeder ve onları birleştirir. Bu sebeple insanı kamil alemlerin sırrıdır ve aynı zamanda hakkın aynasıdır. Burası Allah’ın mutlak varlığın kendini yansıttığı bir ayna ise, buradaki deneyimi hakkına yansıtanda insanı kamildir.
O da buradakini onun halifesi olması vesilesiyle hakkına yansıtır. Ve bu ayna zaman zaman insanın gönlü ile de sembolize edilir. O ayna ne kadar parlak ve pürüzsüzse o derece başarılı bir yansıtma yapar. Yani son insanı kamil aşamasında gördüğü her şeyde hakkı gözlemleyen insan, insanı kamil pürüzsüz bir yansıtma gerçekleştirmektedir.
Arabi’ye göre bu yüzden insanı kâmil kimi zaman Rab olur ve halk eder çünkü artık o yaratımın sırrına vakıf olmuştur. Onun için zaman ve mekân ortadan kalkar. Alemler bir olur. İlhamların daha ileri boyutlara varması, daha yüksek mertebelerden alınan bilgiler devreye giriyor onun için zaman ve mekan ortadan kalkıyor.
Bütün bunlar her zaman hakkın varlığı ile mümkün oluyor. Çünkü insanı kâmil dahi olsa onun bedenini kullanan ve onun varlığı aracılığıyla Rab olan yine hakkın kendisi.
Astrosimya Eğitmeni
Bunu paylaş:
İlgili
Ucretsizegitimal sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Bir Cevap Yazın