İlahi Yasa YANSITMA YASASI / Law of Reflection

Sosyal medyada paylaş

Bu da yansıtma yasası. Aynadan geliyor zaten, reflektör, aynalık anlamına geliyor. İnsan kendisini görmek için aynalara ihtiyaç duyar. Kim olduğunuzu ancak aynalarınızdan görebilirsiniz. Şu anda ben sizin yüzlerinizi görüyorum. 

Siz diyelim ki herhangi bir şekilde ayna olmayan bir yerde kendi yüzünüzün neye benzediğini, hangi mimikleri yaptığınızı, hangi kaşınızı kaldırdığınızı ya da konuşurken hangi kaslarınızın oynadığını göremezsiniz. Bunu karşınızdaki insan görür. Ancak bir aynanın karşısına geçip konuşmaya başladığınızda kendinizi görmeye başlarsınız. Şu an ekranda olduğunuz için ekranda kendi görüntümüzü de izlediğimiz için aynı zamanda bu güzel bir şey. Yaşamın içine dönelim şimdi.

Yaşamın içinde yürürken, başınızı bu tarafa doğru çevirin, karşınızda bir kişi var.  Gözünüzün hareketlerini, dudaklarınızın hareketlerini, kulağınız ne yapıyor, onu aynanın karşısında geçene kadar siz görmüyorsunuz. Kim görüyor? Karşınızdaki insanlar görüyor. Ne zaman kendinizi görmeye başlıyorsunuz? Bir aynanın karşına geçtiğinizde.

Yasa bunu söylüyor; siz bir ayna olmadan neyi yansıttığınızı gizleyemiyorsunuz. İnsan kendini bilmek ve görmek için aynalara ihtiyaç duyar. Aslında bunun başka bir ifadesi mağarada aydınlanamazsınız. Diyebilirsiniz ki “Ben Tibet’e gideceğim, bir mağaraya kapanacağım. Sürekli meditasyon, yoga yapacağım, namaz kılacağım. Sürekli ibadet yapacağım, oruç tutacağım. Hepsini yapacağım ve aydınlanacağım.” Yok öyle bir şey!

Aydınlanıp aydınlanamadığınızı pazara indiğinizde görürsünüz;
ya da bir trafiğe çıktığınızda siz ancak ne kadar kabul halinde olduğunuzu, ne kadar yükselmiş olduğunuzu orada görebilirsiniz. Ben insanlardan kaçıp aydınlanılacağını düşünmüyorum. Siz diyor ancak bir arada olduğunuzda, birlik içinde olduğunuzda ve kendinizi birbirinizden gözlemlediğinizde kendinizin kim olduğunu görebilirsiniz. Kendinin kim olduğunu aynalardan görebilir insan. Yani dış dünyada gördüğünüz insanlar sizin aynanızdır.

Tekamül seviyesi:
O zaman “İçim nasıl”a bakmak istiyoruz. Gerçekten ne kadar yükseldim, ne kadar ilerledim, ne kadar adım attım, tekamülün hangi aşamasındayım? İnsanların içine çıktığınızda görürsünüz; karşınıza çıkan olaylardan, durumlardan, insanlardan. Hani derler ya; arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. Dış dünyaya çıkıp kimlerle karşılaşıyorsunuz ve bundan 5 yıl önce kimlerle karşılaşıyordunuz şimdi kimlerle karşılaşıyorsunuz? Şimdiki insanların bilinçleri ne? Şu anda karşılaştığınız insanların size söyledikleri ne? 1 yıl önce söyledikleri neydi? Aradaki fark sizin tekamül seviyenizdir.

İçeriye ve dışarıya bakarak kendi halini bilmek:
Bir daha söylüyorum; 1 yıl önce karşılaştığınız insanlara bakın, onların size konuştuklarını düşünün. Şimdi konuştuklarına bakın. Aradaki fark, sizin tekamülde ne kadar yükseldiğiniz gösterir ya da 1 yıl önce karşılaştığınız olayları, durumları düşünün; şimdi karşılaştığınız olayları düşünün aradaki farkı gözlemleyin. Bu tekamülde yürüdüğünüz yolun mesafesidir aynı zamanda. İçeriye bakarak kim olduğunuzu bilebilirsiniz. Dışarıya bakarak da ne kadar ilerlediğinizi test edersiniz. İçeriye bakarak yükselir, dışarıya bakarak da ilerlediğinizi ya da kim olduğunuzu bilebilirsiniz. O yüzden insan kim olduğuna ulaşmak için aynalara “ihtiyaç” duyar ya da yükselmek için.

Simyacı Sorusu: Kendini görmek için aynalara ihtiyaç duyuyorsun. Çözümü dışarda mı arıyor oluyorum, evet insana ihtiyaç duyuyorum. Ne zaman ihtiyaçsızlık üzerine düşünsem dönüp dolaşıp yalnız olmuyor ki, ilerlemiyor gibi oluyor.

İnsan ihtiyaçtan münezzehtir normalde. “İhtiyaç” yerine başka bir kelime bulamadığım için söylüyorum. “İhtiyaç” tırnak içinde, iyi oluyor manasında.

Öncelikle dış dünyadaki insanlar, ihtiyaçtan dolayı bir arada olduğun insanlar değil. Sen bir ilişkiye ihtiyaçtan dolayı girmiyorsun aslında. Bu özel bir ilişki de olabilir arkadaşlık ilişkisi de olabilir, akrabalık ilişkisi de olabilir. İhtiyaçtan dolayı bir şey yapmıyor burada insan aslında. Konu ihtiyaç değil. Aslında kim olduğunu bilme oyunu. Kim olduğunu gerçekleştirme oyunu. Yani Yaradan’ın tecellisi olma oyunu. Bunun için de birileriyle sözleşiyoruz; aşağıya ineceğiz ama bir kural var. Bu da kural değil, gereklilik değil sadece titreşim olarak kendimizden uzaklaşacağız burada, unutabiliriz o yüzden. Çünkü kendimizden fersah fersah katı bedenin içine gireceğiz.  Katı bedenin, kaba titreşimlerin içine girdiğimiz için unutabiliriz, bunu göze alalım diyerek iniyoruz aşağıya. Sonra da unutuyoruz tabii ki. Unuttuktan sonra kendimizi hatırlayıp gerçek kendimizi dillendirmeye, fiziki olarak ete kemiğe büründürmeye başlıyoruz.

Bunun için etrafımıza insanlar yerleştirmişiz, onlar da bizi yerleştirmişler bu arada. Karşılıklı oyun var. Bu arada bunu yapan bir kişi, çok görünüyor sadece. Bunu yapan tek ama çok görünüyor sadece. Lunaparkta bir kişi vardır ortada, ayna vardır, aynaların her birinde başka başka görünür insanlar. Aslında birinde adam vardır; birinde “kilolu” görünür, birinde “çok zayıf” görünür falan filan.  Ortada bir kişi var sadece ama aynalar farklı gösteriyor. Aslında tek kişilik oyun bu ama tek kişi çoklu hale geldiğinde birine kim olduğunu hatırlatabiliyor. İnsanlarla bir arada olmak gereklilik değil. Bir partner ya da aşkın fiziki hale gelmesi de gerekli değil. Mutlaka insanları bulacağım, ben aynalığımı bulayım falan, bu da gereklilik değil.

Bu yasa bize şunu söylüyor; kaçma, alanın içinde ol, sahada ol. İnziva yapabilirsiniz arada insanlardan çekilip kim olduğunuzu biraz daha gözlemlemeyebilmek için içe dönebilirsiniz. Ama bu süreli olmalı mesela. 40 gün erbaine girersiniz. 2 gün işte inziva yaparsınız ama tekrar kim olduğunuzu gözlemlemek için gerçekten ilerledim mi yoksa kendimi mi kandırıyorumu nerede görürüsünüz? Dış dünyada birkaç kişi ile karşılaştığınızda. Orada içinizde dönen duygular “Eskiden böyleydim demek ki bu hisler çalışmıyor. Bu kadar ilerledim. Şimdi yine içe döneceğim, biraz inziva yapacağım içimi göreceğim, çalışma yapacağım. Sonra tekrar dışarı çıkacağım. Çalışma olmuş mu?” Aslında sağlamasını yapıyorum çalışmanın.

O yüzden “ihtiyaç” kavramını kenara bırakırsak daha rahat anlıyoruz bu yasayı. Aynalar olmadan bazen kendi şeylerimizi yaratabiliyoruz, yarattığımızın da farkında değiliz bu arada. “Kendimi çok iyi hissediyorum” diyoruz. Ama kendimi çok iyi hissetme alana girdiğimde, mesela bir AVM’ye girdiğinde devam etmiyor. O zaman bu süreğen bir durum değil demek ki. Ortama ve şartlara bağlı.

Sevdiğin bir yere çok güzel, geldim. Titreşim çok iyi. Ama buradan çıktığında o titreşim bedeninde kalamıyorsa o zaman demek ki o titreşim o kadar güçlü değildir. Bunu nereden öğrenirsin? Buradan çıktığında ya da mağaradan ya da Tibet’ten çıkıp bulunduğun tapınaktan çıkıp aşağıya trafiğe indiğinde o zaman “Haaa, bunlar bunlar olmuş ama bunlar, bunlar biraz daha var.” Konu bu aslında.

İnsan “Samet’tir. İhtiyaçtan münezzehtir hakikatte;
Ancak bu sametlik şu anlama gelmiyor. Mesela yemek yemeye ihtiyacın yok şu anda. Su içmeye hatta nefes almaya da ihtiyacın yok. Bunlar sen nefes almayacaksın anlamına gelmiyor, sen yemek yemeyeceksin anlamına gelmiyor. Aşk için birine ihtiyacın yok mesela. Aşkı yaşamak için herhangi bir partnere ihtiyacın yok. Bu şu demek olmuyor; senin herhangi bir aşkı fiziksel, ete kemiğe büründürmeyeceğin anlamına gelmiyor. “İhtiyacın olduğu kavramını” kenara bırakman gerekiyor. 

Bu ikisi birbirinden farklı. Yemeğe ihtiyacın olmadığını bilerek yemek yemeye devam edebilirsin. Yemek yemenin keyfini çıkarabilirsin. Nefes almaya ihtiyacın olmadığını düşünerek, bundan özgürleşmiş olarak nefes alabilirsin, gerçek nefes alırsın o zaman. Çünkü ihtiyacın ötesinde bir şeydir, yaşamak için yapmıyorsun o zaman. Aradaki fark bu. 

Bazen hayaller kuruyoruz mesela şimdi 3 boyuttayız. Bir gün Tibet’e ya da Hindistan’a filan giderseniz o zaman şeyi görüyorsunuz. “Oo burada herkes aydınlanır” diyorsunuz. Titreşim o kadar yüksek ki dağın tepesindesiniz. Sizi rahatsız edecek hiçbir şey yok. Ne para pul var, insanların paraları pulları hiçbir dertleri yok, bolluk var. 

Dersiniz ki; burada tabii ki aydınlanılır. Hiç öyle olmuyor. Orada 1.gün kalıyorsunuz keyifli. 3.gün kalıyorsunuz, çok keyifli. 3.gün sizi bir şeyler dürtmeye başlıyor. Soğuk dürtüyor, başka bir şey dürtüyor. Mutlaka orada da bir şeyler oluyor. Dünyanın en cennet yerine gitseniz de içinizde bir şeyler oluyor.

Kendini gözlemlemek;
Tek başınayken bazı görüntüler yaratıp evet biz aydınlandık gibi olabiliyoruz. Ama bunu nereden ölçebiliriz? Bir ölçü cihazı yok sonuç olarak içimizde. O yüzden objektif olmak için diyor Sistem, dışarıya çıkın diyor. Kendinizi gözlemlemek, kim olduğunuzu, o zaman dışarıya çıktığınızda, bu sefer karşılaştığınız olaylar ve durumlar değişmişse o zaman siz başka bir yerdesiniz.

Law of reflection’u hayatınıza nasıl geçirebilirsiniz? İçeride çalışma yapın, dışarı çıkın. İçerde çalışma yapın, dışarıyı gözlemleyin. O zaman ne kadar ilerlediğimizi ya da hangi kısmı halledip hangi kısmı halledemediğimizi belki orada daha iyi görebiliriz.

Simyacı Sorusu: Bağ kesme çalışması yapıyoruz. Öyle bir döneme geliyor ki yüzleşmeler başlıyor. Orda da bir kapı açılıyor.

Özellikle bağ kesme gibi, saflaşma gibi çalışmalarda siz çalışma yaptıktan sonra aynı durumla bir daha karşılaşırsanız ya da bağ kesme yaptığınız kişiyle karşılaştırır Sistem sizi, sağlamasını yapmak için. Hayatınızda “dürten” sürekli birileri var sizi. Çok akrabanız falan da değil sadece arkadaşınız ama. Siz onla bağ kestiniz, sizi yine karşılaştırıyor o kişi ile belki de benzer bir durumla. “Aaa önceden bu arkadaşım  diyorsunuz böyle davransa şimdi belki de küplere binmiştim. Demek ki çalışma etki göstermiş.” Ama % 60 mesela, %40’ını hala geçememişiz. O zaman bir daha yapıyoruz. O zaman burada altta bir duygu var galiba. Şimdi babamızla bağ kesme çalışması yaptık. 

Babamızla ilgili bir blokaj kalktı ama altta devam eden duygular var. Hala kızgınlığınız, öfkeniz, endişeniz vs. var. O zaman bunla kalmış demek ki, çalışma yapıyorsunuz. Sonra yine babanız geliyor. Aaa bu başlıklar hal olmuş. Bu çalışmanın en kolay güzel şekli. O zaman daha kolaylıkla olur. Tekrar yapabilirsiniz aynı çalışmayın ama altta mutlaka duygular, düşünceler vs. oluyor.

Karşılıklı çalıştığımızı görüyoruz burada. Babanızın da sizinle çalışması var bu arada ya da annenizin. Haa bu arada nasıl ki sizin çalışmanız “aynanızı” direkt olarak ilgilendirmiyor. Onların çalışmaları da kendilerinin gözlemlemesinin daha iyi olacağı şey. Siz de birine çalışmayı göstermek için orada olabilirsiniz. Sonuç olarak sizin yaşadığınız her şey sizin çalışmanızdır. Öncelikle bunu netleştirmek gerekiyor. 

Sizin yaşadığınız her şey sizin çalışmanızdır. Sizin yaşadığınız öfkenizin, sorumlusu, suçlusu, yaratıcısı babanız değildi, sizsinizdir. Babanızın korkusu varsa o korkusu da size ait değil kendi varlığının ürettiği korkudur. Reflection’da bunları da görüyoruz. Kim olduğumuzu en iyi aynalardan görüyoruz.

Şu yazılarda hoşunuza gidebilir...

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: